Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi Politikaları son yıllarda uluslararası bir boyut kazanmış, bölgede yaşayan Türklerin uğradığı ayrımcılık, baskı ve izolasyon tüm dünyanın izlediği bir hal almış durumda. Peki, Türkistan coğrafyasının önemi ve tarihten bu yana yaşananlar nelerdir? Haberimizde…
Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi Politikaları son yıllarda uluslararası bir boyut kazanmış, bölgede yaşayan Türklerin uğradığı ayrımcılık, baskı ve izolasyon tüm dünyanın vehametle izlediği bir hal almıştır. Peki, Türkistan coğrafyasının önemi ve tarihten bu yana yaşananlar nelerdir? Haberimizde…
Türkistan, Orta Asya’nın kuzeyde Sibirya; güneyde Tibet, Hindistan, Afganistan ve İran; doğuda Gobi çölü; batıda Hazar Denizi arasında uzanan bölgeleridir.
Türkistan’ın batı bölümü 19. yy.’de Çarlık Rusya’sı tarafından 1865’te işgal edilince Batı Türkistan ya da Rus Türkistanı olarak adlandırılmış, 1924 yılında Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla Batı Türkistan; Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan olmak üzere 5 cumhuriyete bölünmüştür. Bu 5 cumhuriyet 1991’de Sovyetler dağılınca bağımsız olmuştur.
Türkistan’ın doğusu ise günümüzde Doğu Türkistan, Çin Türkistanı ya da Uygurluların tabiriyle Şarki Türkistan olarak adlandırılan yerler olmuştur. Doğu Türkistan ile kastedilen modern anlamda Çin Sincan Uygur Özerk Bölgesidir.
1955 yılında Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yönetimini ele geçirmiş olan Komünist rejim tarafından kurulan Xinjiang (Sincan veya Şincan) Uygur Özerk Bölgesi günümüze kadarki süreçte ÇHC’ye bağlı beş otonom yapıdan biridir. Resmi kaynaklarda “Sincan ya da Şincan” (Xinjiang) olarak geçmektedir. Bununla birlikte Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde “Doğu Türkistan” olarak bilinmektedir.
Çin’in idari bölgelerinin en büyüğü olan Doğu Türkistan ya da Çinlilerin Çin Sincan Uygur Özerk Bölgesi, kuzeyinde Rusya; batısında Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan; güneybatısında Afganistan; güneyinde Pakistan, Hindistan; kuzeydoğusunda ise Moğolistan ile sınırlara sahiptir.
Doğu Türkistan uzmanı Owen Lattimore’a göre Çin’in “yeni bölge veya yeni sömürge (new territory)” anlamına gelen Sincan (Xinjiang) olarak adlandırdığı ve topraklarına kattığı Doğu Türkistan, 1300’lü yıllarda İslamiyet’i benimseyen Uygur Türkleri tarafından da ana vatan kabul edilmektedir.
Jeopolitik önemi ve yer altı kaynakları
Uygur bölgesi Orta Asya’ya geçişin yoludur. Bu sebeple tarihsel açıdan bakılacak olursa, Uygur bölgesinin Çin için yabancıların istilalarına karşı bir tampon görevi üstlendiği ifade edilebilir.
İpek Yolundan günümüze kadar, Doğu ile Batı arasında kültürel ve ekonomik köprü görevi üstlenen Doğu Türkistan, Uzak Doğu ile Avrupa’yı ve Asya’yı, Sibirya ile Güney Asya’yı bağlayan yolların kavşağındadır. Dolayısıyla Doğu Türkistan jeopolitik yeri ve sahip olduğu yeraltı kaynakları ile sadece bölgesel değil uluslararası öneme sahip. Doğu Türkistan, geçmişte tarihi İpek Yolu’nun merkezinde yer almıştır, günümüzde ise doğu-batı enerji kaynaklarının ulaştırılması açısından stratejik bir öneme sahip Çin’in Kuşak-Yol Projesi açısından önemli bir konumdadır. Doğu Türkistan Etnik Yapısı Çin’in kuzeybatı sınır alanını oluşturan Doğu Türkistan ya da Uygur Bölgesinin yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık iki katı kadardır ve (2010 nüfus verilerine göre hazırlanan İHH raporunda) yaklaşık 23 milyonluk bir nüfusu bulunmaktadır. Bu nüfusun yüzde 45’i Uygurlardan, yüzde 40’ı ise Çinlilerden oluşmaktadır. Geri kalanının da önemli bir kısmı Müslüman olan Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tacikler, Çinli Müslümanlar gibi muhtelif azınlıklardan meydana gelmektedir.
Bir başka raporda ise bölgede Uygurlar çoğunluk olmak üzere Doğu Türkistan’da yaşayan diğer Türk boylarını da kapsayan 35 milyonluk Türk nüfusun bulunduğu yer almaktadır.
Doğu Türkistan ve tarihsel süreci
Çin, Doğu Türkistan’ı eski çağlardan beri topraklarının vazgeçilmez bir parçası görerek, Doğu Türkistan’ın kendi toprağı olarak kalacağını garantileyecek politikalar izlemiştir. Ancak Çin tarihi uzmanı Owen Lattimore’a göre, Çinliler Orta Asya’da varlıklarını hiçbir zaman aralıksız sürdürememiş, 2000 yıllık Orta Asya tarihlerinin sadece 425 yıllık süresinde ve dönem dönem kontrolü ellerinde tutmuşlardır.
Yeni bölge anlamına gelen ‘Sincan’
Tarih boyunca Hun, Göktürk, Türgiş, Karluk, Uygur, Karahanlılar, Çağataylılar, Timurlular, Seidiye Hanlığı, Kaşgariye Devleti gibi pek çok devletin kurulduğu bölge, ancak 1949’da Çin’de yeni kurulan komünist hükümet ile tamamen Çin kontrolü altına girerek ÇHC ülke sınırlarına dahil edilmiştir. 1949’a kadarki tarihsel süreçte Çin’in bölgeyi topraklarına katması aralıklarla gerçekleşmiştir. İlk aşama olarak 1755 yılında başlayan Çin istilası, Çin ile Cungar ittifakı sebebi ile Doğu Türkistan’ın işgalini hızlandırmıştır. Çinliler, sonrasında Cungarların bağımsızlığına da son vererek İli bölgesini kendi egemenlikleri altına alabilmiştir. 18 Kasım 1844 tarihinde, Çin İmparatoru’nun emriyle, “yeni bölge” anlamına gelen “Sincan” ismi Doğu Türkistan bölgesi için Çinlilerce kullanılmaya başlanmıştır.
Bu tarihten sonra, 1944 yılına kadar sürecek olan “İkinci Çin İstilası” dönemi başlamıştır. Bu dönemde, Rusların Batı Türkistan’ı istilası ile birlikte, Doğu Türkistan’da Yakup Bey’in kurduğu devlet olan Kaşgar Hanlığı, İngilizler tarafından desteklenmiştir. Bu desteğin sebebi, İngilizler için Doğu Türkistan’da Yakup Bey’in kurduğu bu devletin, hem Batı Türkistan’daki tehdit olan Rusya’ya, hem de Çin’e karşı bir tampon bölge olarak kullanılabileceği düşüncesidir.
Bu devlete Osmanlı da silah ve askeri teçhizat yardımında bulunmuştur.
Türk devletine giden süreç
İkinci Çin istilası da Çinliler için bölgede tam bir istikrar oluşturamamış, 1933 ve 1944 yılında çıkan isyanlar sonrası, 10 yıl arayla iki milli Türk devleti kurulmuştur. Bölgedeki Türkler, ilk önce 1933’te daha sonra 1944’te başarıya ulaşıp kendilerine sırasıyla Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti devletlerini kurabildilerse de, bu bağımsız cumhuriyetler, Sovyetlerin askeri müdahaleleri ile devrilmiştir. Rusya ve Çin arasında kalan geniş topraklar Türkistan sınırları içinde kaldığından, dönemsel olarak özellikle Ruslar ve Çinliler arasında çekişmelere sahne olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası Orta Asya’yı bütünüyle Rus egemenliğine bırakmak istemeyen Çin kuvvetleri, 29 Eylül 1949 yılında Urumçi’yi tamamen işgal edince, Çin’in günümüzde de bölgede devam eden egemenlik politikaları süregelmiştir. İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi bazı Türkistanlı liderler, mücadeleyi dışarıda sürdürmek, meseleyi dünyaya duyurmak amacıyla ülkeyi terk etmeye karar vermişlerdir. Tibet üzerinden önce Hindistan’a, daha sonra Türkiye’ye gelmişlerdir.
1 Ekim 1955 tarihinde ise Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Çin’in bölgedeki hakimiyeti, bu otonom yapı ile günümüze kadar sürmektedir. Günümüzde Doğu Türkistan, Orta Doğu ve Orta Asya’nın istikrarsız bölgeleriyle, Çin’in yoğun nüfuslu iç bölgeleri arasında bir tampon bölge konumundadır. Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi Bölgede gerilen ortamda karşı karşıya gelen Türk ve Çin tarafları arasındaki mücadele, Budist Müslüman mücadelesi olarak algılanabilen çatışmalara sebep olmaktadır. Ancak genel olarak Doğu Türkistanlılar için geçerli olan Müslümanlık ve Türklük kimliğinin çatışmalarda tetikleyici neden değil, sonuç olarak ortaya çıkan faktörler olduğu söylenebilir.
Doğu Türkistan sorununun görünen nedeni nedir?
Doğu Türkistan sorununun görünen nedeni, etnik ve dini farklılıklar olarak algılansa da asıl nedenin nüfus, doğal kaynaklar, jeopolitik konum, kısaca Çin ekonomisi için duyulan ihtiyaçtan kaynaklı olduğu düşünülebilir. Zira Doğu Türkistan’ı dış dünyaya açılan kapısı olarak gören Çin’in büyük bir sanayisi ve pazarı bulunmaktadır ve önemli ölçüde enerji kaynağına ihtiyacı bulunmaktadır. Dünya karasının yaklaşık % 7’sini kaplayan15 ancak dünya nüfusunun yüzde 20’sini barındıran Çin, Doğu Türkistan’ın tarımsal üretimine ve doğal kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple, Çin hükümetinin kırsal bölgelerindeki işsiz nüfusu Doğu Türkistan’a yerleştirerek hem üretimini, hem Çinli nüfusunun istihdamını artırdığı tahmin edilmektedir. Bu durum, Uygurlar ile Han Çinlileri arasında etnik gerilimlere neden olmaktadır.
‘Geniş petrol havzalarına sahip olduğu düşünülüyor’
Çin için günümüzde en önemli ihtiyaçlardan bir tanesi hızlı gelişen sanayisine kullanacağı petroldür. ABD ve Japonya ile birlikte dünyanın en büyük enerji tüketicilerinden olan Çin, hızlı büyüyen ekonomisiyle artan enerji ihtiyacına kaynak bulmak durumundadır. Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, Çin’in 2020 yılındaki petrol talebinin günlük 10.1 milyon, petrol ithalatının ise günlük 8 milyon varil olacağı öngörülmektedir. Bu öngörüye dayanarak, Çin’in 2020’li yıllarda petrolde yüzde 80 ithalata bağımlı hale geleceği söylenebilir.
Özellikle Doğu Türkistan’ın orta bölgesinde yer almakta olan tarım havzasının geniş petrol rezervlerine sahip olduğu düşünülmektedir.
Doğu Türkistan ve rezervler
“Umut Denizi” olarak adlandırılan tarım havzasının 10,7 milyar ton petrol kapasitesi olduğu tahmin edilmektedir.
“Doğu Türkistan’dan çıkarılan petrol, Çin’in petrol üretiminin yüzde 60’ını, kömür rezervleri Çin’in toplam kömür rezervlerinin yarısını oluşturmaktadır. Doğudan batıya doğru bir değerlendirme yapıldığında, Çin’in toplam maden ocaklarının yüzde 85’i Doğu Türkistan’da yer almaktadır. Doğu Türkistan’ın yeraltı zenginliklerinin başında petrol ve doğal gaz gelmektedir.
Doğu Türkistan, Çin’in 1.600 milyar tonluk toplam maden kömürü rezervinin yarısına sahiptir. Ayrıca Doğu Türkistan’da bilhassa Turfan, Aksu, İli ve Yeni Hisar bölgelerinde toplam rezervi 1 milyar ton civarında olan zengin demir yatakları bulunmaktadır. Doğu Türkistan’da İli, Altay, Barçöl, Çerçen, Keriev ve Urumçi çevresinde zengin altın yatakları keşfedilmiştir. Çin’in Doğu Türkistan’ı nüfuslandırma ve burada yaşayan nüfus kitlelerini kontrol altında tutma politikasının arkasında bu kaynaklar yatmaktadır.”
Çin ekonomisinin büyük bir çoğunluğunu oluşturmakta olan Doğu Türkistan, Çin için temel hammadde sağlayıcısı konumundadır. Doğu Türkistan’ın doğal kaynaklarının, uranyum, doğalgaz ve petrol gibi değerli enerji kaynaklarının kullanımının her açıdan Çin’in kontrolünde olduğu düşünülmektedir. Bölge sahip olduğu enerji kaynakları kadar birçok değerli madenle de gündeme gelmekte; Kızıl Çin topraklarında çıkarılan 148 çeşit madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan topraklarında yer almaktadır.
Doğu Türkistan, Çin’in kendi kendine yeterek varlığını sürdürmesi için en önemli kaynaklardan biri olarak görülmektedir. Petrol, doğalgaz ve kömür üretiminin ülke için yerel sağlayıcısı olan bu kaynaklar sebebiyle bölge, Çin’in enerjide dışa bağımlılığını azaltması, ayrıca dışarıdan alınacak enerji kaynaklarının da geçiş güzergâhında olmasından dolayı jeopolitik konumu itibari ile stratejik öneme sahiptir. Burası Orta Asya’ya geçiş kapısıdır. Doğu Türkistan, jeopolitik konumu ile Orta Asya’nın kopmaz bir parçası olduğundan tarih boyunca Çin için savaş sebebi olmuştur.
Bölgenin sahip olduğu jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik önemin toplam faydasının farkında olan Çin yönetiminin, Uygur nüfusuna yönelik sert politikasını uluslararası kamuoyunun tepkisine rağmen sürdürmesi boşuna değildir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni uluslararası siyasi yapılanmaya paralel olarak, Doğu Türkistan’ın da Batı Türkistan’da kurulan devletler gibi bağımsızlığını kazanmasını göze almak istemeyen Çin’in bölgede Çin nüfusunu artırıp, Uygur ve diğer azınlıkların sayısını kontrol altında tutmaya çalıştığı uluslararası aktörler tarafından tahmin edilmektedir.
Nur Shahadah Jamil çalışmasında, Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik politikasını, 1949’dan 2009’a kadar baz almış ve 1949-1976, 1977-1990, 1991-2000, 2001-2009 yılları olarak 4 döneme ayırarak şu şekilde incelemiştir:
1949-1976 arası dönem
1949’da Mao Zedong tarafından komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla, Orta Asya ile etnik bağları olan Sincan’a karşı Çin, ayrılıkçı eğilimleri azaltmak, toprak bütünlüğünü sağlamak ve bölgeyi Çin’e entegre etmek için önceleri hoşgörülü bir politika izlemiştir. Aynı zamanda “Çin İslam Derneği” aracılığıyla dini kurumları yavaşça kontrol altına almaya çalışmıştır. 1954’te bölgede kontrolü sağlamak için “Sincan Üretim ve İnşaat Topluluğu” kurulmuştur. 1955’te Sincan Uygur Özerk Yönetimi resmi olarak kurulmuş ve 1958 yılında Mao’nun “Büyük İleri Atılım (Great Leap Forward)” planıyla birlikte hoşgörü politikası bırakılarak asimilasyonist politika izlenmiştir. Bölgeye devlet destekli Çin Hanlıları göç ettirilmeye başlanarak, zorla kültürel homojenleşmeye gidilmiştir.
1950 ile 1978 yılları arasında bölgeye 3 milyon Hanlı göç ettirilmiş sonuç olarak 1953’te 300 bin olan Hanlı sayısı 1990’da 6 milyona ulaşmıştır. 1960’ların başında Sincan ve diğer azınlıklara yaklaşım biraz ılımlı olsa da 1966-1976 arası dönemde yaşanan “Kültür Devrimi”nde Çin politikası tekrar tersine dönmüş ve Han olmayanlar az gelişmişlik sembolü görülerek, Sincanlılara ve Han olmayanlara karşı asimilasyon politikası artırılmıştır.
1977-1990 arası dönem
1976’da Mao’nun ölümüyle sona eren “Kültür Devrimi”nin bölgedeki etkileri bu dönemde de devam etmiştir. Kültür Devrimi, Uygurlar için sadece sosyal ve siyasi bir saldırı değil, aynı zamanda kendi özgün kimliklerine yapılmış bir saldırı olarak görülmüştür. Deng Xiaoping 1978-1979 yıllarında iktidara geldiğinde Çin’de ekonomik reform ilan etmiş, Sincan’da daha hoşgörülü bir döneme girilmiştir. Fakat 1980’lerdeki öğrenci gösterileri, 1989 Tiananmen Olayı ve 1990 Baren baskınından sonra tekrar bağımsızlık arayabilecekleri korkusuyla yeniden yasaklarla karşılaşmışlardır. 2002 yılında Çin tarafından yasadışı olarak görülen bazı kitaplar, yazılar, müzikler yasaklanmıştır, bu yasak bugün bile vardır. Sincan’daki Uygurlar ve Çin Hanlısı olmayan nüfus için aile planlaması politikası ile köylerde 3 çocuğa, şehirde ise 2 çocuk uygulamasına devam edilmiştir.
1991-2000 arası dönem
1990 yılında Sovyetlerin çöküşü, Orta Asya’da yeni Müslüman ve bağımsız Türk devletlerinin ortaya çıkışı ile bölgedeki İslami uyanış Çin’i tedirgin edince, 1996 yılında Şangay İşbirliği Örgütü kurularak üye devletler Uygurlara karşı nötralize edilmiştir. 1999’da başlatılan “go west” politikasıyla birçok Çin Hanlısı bölgeye göç ederken bölgenin gelişerek istikrarlı bir hale gelmesi için muazzam sübvansiyonlar verilerek orta sınıf bir tüccar gurubu oluşturulmaya çalışılmıştır. Örneğin Sincan 2000 yılında 12 milyar Yuan teşvik almıştır. Çin tarafından ekonomik kalkınmaya önem verilmesine rağmen, 1990’larda meydana gelen şiddet olayları, Çin yönetiminin bölgeye karşı daha baskıcı bir yol izlemesine sebep olmuştur. 1992 yılında Urumçi’de bir otobüsün bombalanması sonucu 3 kişinin ölmesi ve 23 kişinin yaralanması bu dönemdeki şiddet olaylarına örnektir.
2001-2009 arası dönem
11 Eylül 2001 saldırılarının gerçekleşmesi ile bu tarz olaylar, kendi iç olaylarını terörizme karşı savaş görünümünde sunarak uluslararası toplumdan tepki görmek istemeyen ülkeler için fırsat olmuştur. Çin de bundan faydalanarak Doğu Türkistan İslami Hareketini, el Kaide ve Taliban ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle, ABD’ye sunmuştur. Çin ayrıca Sincan’daki sözde Uygur teröristlere karşı Orta Asya devletlerinden de destek istemiş, Çin’le ekonomik çıkarları olan bu devletler de istenilen desteği vermiştir. 11 Eylül sonrasında Çin, Ramazan ayında Sincan’daki camileri kapatmış, din adamlarını gözlem altında tutmuş, Uygurlar üzerinde kontrolünü daha da artırmıştır. Çin’in Sincan üzerindeki baskıyı artırmasının uluslararası teröre karşı savaşıyla ilgisi yoktur, Orta Asya’daki siyasi değişimlerle ilgisi vardır.
Çin, 2005 yılında Kırgızistan’daki Lale Devriminden Uygurların da etkileneceğinden çok endişe duymuştur.23 Çin’in günümüzde de 2001 sonrası politikalarını sürdürdüğü düşünülmektedir. Çin, Doğu Türkistan topraklarında yaşanan küçük bir olayı bile dünyaya terör faaliyeti olarak göstererek bu coğrafyada uyguladığı güç politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
2009’da bir fabrikada çıkan çatışmalar ve sonrası…
2009 yılında, Han Çinlileri ve Uygurlar arasında bir fabrikada meydana gelen çatışmalar sonrası yaşanan ayaklanmanın 156 kişinin ölümüne neden olduğu gözlendi. Çin’in 2009’daki bu olaylara verdiği yanıt, “ayrılıkçılar”ı hapse atmak ve protestocuları olası terör bağlantıları hakkında sorgulamak oldu.
2014’te bir başka olay daha meydana geldi. 2014’te Kunming tren istasyonunda bıçaklı bir kişi 29 kişiyi öldürdükten sonra, Başkan Xi Jinping, Sincan’da daha sıkı devlet kontrolü için çağrıda bulundu. Bölgedeki şiddeti kontrol etmek adına çaba sarf etmek amacıyla Uygurların, “bir narın tohumları kadar sıkı” bir şekilde birbirlerine bağlanmaları gerektiği açıklamasıyla, Çin kültürüne daha iyi asimile olmalarını istemişti.
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International)’nün 2017-2018 raporunda, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Xinjiang Uighur Autonomous Region/XUAR) ’nde yeni bölgesel Komünist Parti Sekreteri Chen Quanguo’nun önderliğinde, Sincan Uygur Özerk Bölgesi yetkililerinin “sosyal istikrar” ve artan güvenlik konusunda yeni bir vurgu yaptıkları açıklanmıştır. Rapora göre, basında çıkan haberlerde, XUAR içinde, çeşitli “aşırılıkla mücadele merkezleri”, “siyasi çalışma merkezleri” veya “eğitim ve dönüşüm merkezleri” olarak adlandırılarak insanların belirsiz dönemler boyunca keyfi olarak gözaltında tutulduğu, Çin yasaları ve politikalarının eğitimine zorlandığı birçok gözaltı tesisinin kurulduğuna dikkat çekilmiştir.
Yasaklar ve baskılar
Mart 2017’de Sincan yönetiminin yürürlüğe koyduğu “Aşırılıkları Azaltma Yönetmeliği (De-extremification Regulation)” ile Çin tarafından aşırılıkçı ya da radikal görünen bir dizi davranış yasaklanmıştır. Örneğin radikal düşünce yayma, kamu radyo ve TV programlarını reddetme, burka giyme, anormal görünen sakal, ulusal politikalara direnme, radikal içerik barındıran yayınları okuma ve saklama yasaklandı.
Hükümet, Nisan 2017’de çoğunlukla İslami kökenli birçok isim yayınlayarak bunları yasaklamış ve bu isimlere sahip 16 yaşın altındaki çocuklarının isimlerinin değiştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca yurt dışında bulunan Uygurları ülkeye dönmeye zorlamak için politika uygulamalarına gidildiği ve dönenlerin tutuklanarak işkenceye maruz bırakıldığına dair örnekler de raporda belirtilmiştir. Ağustos 2017’de uluslararası basın haberlerinde, Uygur nüfusunun yoğun olduğu Hotan Eyaletinde, “kolektif faaliyetler, kamu etkinlikleri ve eğitim sisteminin yönetimi çalışması” dâhil olmak üzere, okullarda Uygur dilinin kullanımını yasaklamak için Haziran’da bir emir yayınlandığına değinildi. Bölgedeki ailelerin Kur’an ve diğer dini unsurların kopyalarını yetkililere teslim etmesi ya da cezalandırılma riskini göze almaları gerektiğinin basında çıkan haberlerde yer aldığı raporda belirtilmiştir.26 Çin, bir yandan Sincan bölgesine ekonomik yatırımlarını artırmakta, ancak diğer taraftan bölgede baskıyı artırmaya devam etmektedir.
Çin yönetimi bölgeye 2017’de yeni yol yatırımı olarak 25 milyar dolar ayıracağını açıklamış, diğer taraftan ise, yerel yönetim de bölgedeki binlerce sürücünün GPS izleyicilerini arabalarına kurmaları için talimat vermiştir, böylelikle hareketlerini gözlemleyecektir. Ayrıca bölgedeki birçok Uygurlu, Han Çinlileri kadar iyi eğitimli olmadıkları için üst düzey işler bulamamakta, üst düzey işlerde Han Çinlileri tercih edilmektedir.
Bir milyona yakın kişi siyasi kamplarda zorla tutuluyor
2018 Ağustos’ta yayınlanan Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi raporunda sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte, bir milyona yakın oldukları tahmin edilen Uygur kökenlinin kitlesel olarak gizli bir şekilde toplama kamplarını andıran siyasi kamplarda zorla tutulduğu bildirildi. Uygur Diasporaları, Sürgündeki Hükümet ve Dış Aktörlerin Soruna Bakışı Çin’in Doğu Türkistan halkına karşı insan hakları ihlallerini ve zulmünü gizlemek için uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan birisi bölgenin “Çin topraklarının bir parçası olduğu”, dolayısıyla da Doğu Türkistan’da yaşananların “Çin’in iç meselesi sayılması gerektiği” yönünde oldu. Çin bölgede uyguladığı egemenlik politikalarını bu şekilde gerekçelendirmektedir.
Baskılar sonucu çıkan ayaklanma girişimleri
Uygur Türkleri siyasi nedenlerden ve baskıdan ötürü pek çok ayaklanma girişimlerinde bulunmuştur. Buna karşın Çin bölgede uyguladığı politikalarını sertleştirmiştir. Bölgede uygulanan sert politikaların dünyaya duyurulması için pek çok Uygur organizasyonu ve topluluğu kurulmuşsa da konu, uluslararası arenada yeterince ilgi görememekte ve sorunlar devam etmektedir. Uygur Diasporası, özellikle 1990’ların başından beri, yıllar boyunca kurulan bir dizi örgüt ve derneklere bölünmüştür. Kongreler, toplantılar düzenlemişler ve gelişmiş iletişim kanalları, dilekçeler, gösteriler ve kişisel aktivizm hareketleri ile Doğu Türkistan bağımsızlığı meselesini uluslararası gündeme yerleştirmeyi başarmışlardır.
Yine de tanınmış bir lider ile uluslararası ve güçlü bir şemsiye örgüt oluşturma girişimleri başarısız olmuştur.
Nisan 2004’te Dünya Uygur Kongresi olarak adlandırılan yeni bir çatı örgütü oluşturulduğunda durum değişmiş gibi göründü ancak bu, dünyadaki farklı Uygur toplulukları ve derneklerini bir liderlik altında birleştirmek anlamına gelmiştir ki, 1995 yılında yaşamını yitiren İsa Yusuf Alptekin’in ölümünden sonra harekette böyle bir boşluk oluştu. Ancak, sadece birkaç ay sonra, 2004 yılının Eylül ayında, Washington’da bir başka şemsiye örgüt ortaya çıktı: Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti.
Bunun sonucunda, Doğu Türkistan ulusal hareketi “iki belki de daha fazla ayaklı bir hareket” olmuştur çünkü bütün Uygur Organizasyonları bu iki organizasyona katılmamıştır.
Dünyanın her yerinde, Uygur diasporası, Sincan’daki Uygurların bağımsızlık ve özgürlük konularına giderek artan ölçüde uluslararası ilgi getirdi. Nitekim yurtdışındaki Uygur diasporası da destek ve fonlarıyla Sincan’daki Uygurların ayrılıkçı hareketlerin daha da güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Ancak, bu diaspora örgütlerinin Pekin’in Sincan’daki politikası üzerinde çok az etkisi oldu. Pekin’in Sincan’daki azınlıklara uyguladığı baskısından dolayı Pekin’i baskı altına alabilmek için, çok uluslu şirketler ve yabancı hükümetler gibi dış aktörlerin yardımına ihtiyaç var. Ancak, bu dış aktörlerin, genellikle Uygur diasporasının çıkarlarına karşı olan Pekin’le ilişkilerine ilişkin kendi gündemleri ve çıkarları var.
Çin’in Orta Asya’daki stratejisi ve dış politikası, Sincan ve kuzeybatısının kontrolünü pekiştirmek amacıyla kurduğu taktikleri ve iç politikalarıyla şekillenmiştir. Bu stratejinin sonucu henüz bilinmiyor. Sincan’ın sınırın diğer tarafındaki ortak etnik kökenli ülkelerle olan ilişkisi önemli ölçüde artarken, Pekin hem içeride baskı, zulüm, hem de Han yerleşimi, ekonomik gelişme politikaları uygulayarak; hem de dışarıda Orta Asya hükümetlerini ve Şangay İşbirliği Örgütü’nü motive ederek bu ilişkinin sürmesini sağlamaktadır.
Çin Orta Asya ile diplomatik ilişkiler kurduğunda, Orta Asya hükümetlerine kendi ülkelerindeki Uygur topluluklarının faaliyetlerini kısıtlamak için baskı uygulamaya başlamıştır.33 Çözüm uzak gibi görünse de ekonomik kaygılardan uzak insani politikaların üretilecek olması bakımından Türkiye bir umut olarak görülmektedir.